12. yüzyıl nasıl MARKA DEĞERİ olur?
Köşe Yazısı - 22 Temmuz 2014, Salı

Seyahat etmenin benim için çalışmaktan çok farkı yok...
Seyahatlerimde de hayat karışık akar...
Biraz iş, biraz rahatlama, biraz beynin bir bölümünü dinlendirmek, farklı bölümlerini çalıştırmak, dostlarıma vakit ayırmak, bol bol yürüyüş yapmak ve hayata dair ne istiyorsa canım, onu zamansızlıkta yaşamak…
Son seyahatim İtalya’nın Umbria bölgesineydi. İtalya kültürü, tarihi, yemekleri, modası ve markalarıyla hep ilgi çeken ülkelerden biri. Dünya sıralamasında en çok ziyaret edilen beşinci ülke, turizmden en çok kazanan dördüncü ülke. Bana enteresan gelen bir özelliği de; ekonomisinin ağırlığını küçük ve orta ölçekli aile şirketlerinin oluşturması. İtalya'daki aile şirketleri, hem devamlılık hem de kalite anlamında Markalar Dünyasında ciddi bir üstünlüğe sahipler. Çok değil 1960’lı yıllarda Almanya’ya çalışmak için işçi gönderen İspanya ve Türkiye'den sonra 3. Ülkeydi İtalya...
1970'lerden itibaren İtalya bir yandan markalaşma diğer yandan ucuz iş gücünü eğitip kaliteli üretimde kullanmaya başlayarak küresel ölçekte markalar yaratmaya başladı.
İtalyanların 'pazarlaması yeteri kadar yapılmamış Toskana' diye tanımladıkları Umbria; doğası, minik antik şehirleri ve yemekleri ile Toskana'yı aratmayacak güzellikte bir bölge. Perugia yani Umbria bölgsinin başkenti ve diğer önemli şehri Assisi tarihi açıdan çok önemli, bir o kadar da etkileyici şehirler. Bu bölgede her yıl düzenlenen "Mercato delle Gaite" festivaline katılmak amacıyla bölgede bulundum. Festival; 5000 nüfuslu ortaçağ kasabası olan ve bu dokuyu hiç bozmayan Bevegna'da düzenleniyor. Festivalin amacı bu bölgelerin her birinde 1250 ile 1350 yılları arasındaki hayatı, sanatları, o dönemin kıyafetleri ve yiyeceklerini tekrar canlandırmak.
Hep gündemde olan ve benim de içinde bulunduğum çalışma gruplarında yol almaya çalıştığımız “şehir markalaşması” konusuna kıskandıracak kadar güzel bir örnekti yaşadığım.
Öz değerlerini kaybetmeden, günümüze uyarlama telaşı yaşamadan tüm o bölgede yaşayanların tamamımın katılımı ve eksiksiz organizasyonla unutulmaz bir “anı” haline gelen bir 4 gündü...

Bizim yapamadığımız ne vardı? diye çok düşündüm ve listeledim...
Aslında bu liste sadece bir yerin/bölgenin markalşması içind değil tüm ürün/hizmetlerin marka çalışmalarına da ışık tutar inancındayım..
1-Ön plana çıkarılmak, farklı olduğu düşünülen her değer üzerinde ciddi ciddi çalışılmış. Yüzeysel değil asla, tarihi, gastronomisi, dokusu ile uzun yıllara dayanan detaylı içi dolu bir çalışma ile festival hazırlanmış.
2-Gelenlerin aklında kalması için her an, her durum görsel olarak desteklenmiş.
Yaşayanları anı’ya taşıyacak her öge görsel detaylar haline getirilmiş. Hediyelik eşyalardan, peçetelere, görsel dökümanlara ve bizler için hazırlanan kiralık kostümlere kadar her yerde sizin hafızanızda yer alacak dokunuşları görüyorsunuz
3-“mış gibi” değil, gerçekten yaşamak-yaşatmak adına sadece mekanlar değil, hislere dokunan detaylar en çok beni etkileyendi.
4-5000 nüfuslu bir kasabaya 3 katı turist gelmesine rağmen en ufak bir rahatsızlığın yaşanmamasını prensiplere, kurallara öncelikli olarak orada yaşayanların uymasını ve bunu yabancılara çok net hissettirmelerine bağlıyorum.
5-Kısa dönemli değil, uzun yıllara yayılan bir deneyim olması için bu festivalin sadece kazanç fırsatı olarak görülmemiş olması, halkın da olaydan keyif alarak festivali yaşaması unutulmaz kılan ögelerin başında geliyordu.
Marka olmak dediğimiz aslında ölümsüz olmak çabasından başka bir şey değildir belki de...
İnsanoğlunun ölümsüzlüğü keşfetmek adına çabalarından biri daha...
2683 kez okunmuş Yelda İpekli
Yorum yapabilmek için üye girişi yapmış olmalısınız.